Deniz Kilislioğlu

Deniz Kilislioğlu

deniz.kilislioglu@ntv.com.tr

Tüm Yazıları

İsrail’in Salı günü Hamas hedeflerini vurmasının ardından beklenen misilleme dün geldi ve Hamas İsrail’i roket saldırılarıyla vurmaya başladı. Bunu diğerlerinden farklı kılan, Hamas güçlerinin sınırı geçerek bu savaşı İsrail topraklarında sürdürmesiydi. İsrail Başbakanı Benyamin Nethanyahu’nun yaptığı ilk açıklamada bu saldırıdan bahsederken ‘sürpriz’ ifadesini kullanması, İsrail’in güvenlik zafiyetinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Sonrasında güvenlik toplantısında girmeden yaptığı İran vurgusu ise parantez açılması gereken bir durum. İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’un ‘Şimdi Hamas’ın ve İran’daki destekçilerinin açık bir şekilde kınandığını duyma zamanıdır’ diyerek İran’ı işaret etmesi de vurgulanmalı.

Haberin Devamı

Elbette dış politikasını İran düşmanlığı üzerinden temellendiren İsrail’den farklı yönde açıklamalar beklenmezdi ama geçmişten farklı olarak bir Hamas saldırısı karşısında İran vurgusunun daha güçlü olduğunu gördük. İran destekli gruplardan gelen açıklamalar da bunun üzerine düşünmemizi gerektiren bir boyut. Hamas saldırıların hemen ardından İran’ın vekil örgütlerinden Hizbullah’tan, ‘Son olaylar İsrail’in devam eden işgaline karşı kararlı bir yanıt ve İsrail ile normalleşme arayanlara mesaj’ açıklaması geldi. İran açıkça İsrail ile normalleşme arayan Sünni Arap dünyasına ‘ben buradayım’ mesajı verdi. (İbrahim anlaşmalarıyla İsrail normalleşmesinin altına imza atan ülkeler: Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan. Son dönemde Suudi Arabistan yakınlaşmasını da görüyoruz) İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı Yahya Rahim Safavi’nin, ‘İran Filistinlilerin İsrail’e saldırısını destekliyor’ açıklamasını da benzer amaca hizmet ediyordu.

İran’ın da bütün dış politikasını İsrail düşmanlığı üzerine kurduğunu düşürsek bu açıklamalar normal ancak bu açıklamaları son dönemde İran’ın bölgede artan nüfûzundan bağımsız göremeyiz. ‘Hamas’ın bu kadar cüretkâr bir saldırı yapmasında İran’ın da etkisi var’ yorumlarına zemin hazırlayan da Irak-Suriye hattı başta olmak üzere yıllar içinde attığı adımlar.

Haberin Devamı

Ortadoğu arapsaçı

Artan İran etkisi

Suriye’de son yıllarda dikkatimizi Türkiye’nin PKK/YPG terör örgütüyle mücadelesine çevirdik. ABD ve Rusya’nın sahadaki konuşlanması ve aralarındaki muhtemel mutabakatlar da (Fırat’ın doğu ve batısının paylaşılması ve Menbiç’te yaşananlar gibi) sabit duran bir veri. Türkiye-İran-Rusya arasındaki Astana süreci ise devam ediyor ama pratikte işlemiyor desek yanlış olmaz.

Rusya’nın Ukrayna savaşına dikkat kesilmesi sonrası sahada İran milisleriyle bu boşluğu doldurduğu ve zaman zaman Rusya ile karşı karşıya geldiğini de biliyoruz. Fakat dikkatimizden kaçan, ya da zamana yayıldığı için farkına yeterince varamadığımız bir şey var ki, o da İranlı milislerin son iki yılda Suriye’de artan sayısı.

Jusoor ve IngormaGene Araştırma Merkezleri’nin 2023 verilerine göre bugün Suriye’de toplamda 830 yabancı askeri üs ve tesis var. Bunların 570’i İran’a ait. 55’i üs statüsünde, 515’i askeri nokta. Üs ve tesis sayısı kapasite ve kabiliyet olarak bir karşılaştırma için yeterli olmayabilir ama yine de paylaşmış olalım, Rusya’nın toplam askeri tesis sayısı 105. Sadece nicelik değil, İranlı milislerin konuşlandığı yerlere bakıldığında, Tahran’ın Irak sınırından Akdeniz’e kadar Suriye’de bir koridor kurma çabasını da görüyoruz.

Haberin Devamı

O koridor Irak sınırında Ebu Kemal’den başlayıp, Suriye’nin ortasında Palmira antik kentinin bulunduğu Tedmur’dan geçerek Lübnan sınırına kadar uzanıyor. Bu da Lübnan ile doğrudan Akdeniz’e çıkışı demek.
Bu noktada ABD’nin Suriye’de asker bulundurma resmî gerekçesinin ‘IŞİD ile mücadele ve İran tehdidi’ olduğunu hatırlatırsak, Washington IŞİD bahanesiyle YPG’ye arka çıkarken, dikkatini biraz da İran’ın hamlelerine verse fena olmaz.

Irak’taki İran gücü

Irak’taki tabloya da bakmak lazım. Türkiye’nin son dönemde yaptığı operasyonların arkasında biraz da İran rahatsızlığı var. Ülkede PKK ile Bağdat dengesini ORSAM Irak Çalışmaları Koordinatörü ve Milliyet yazarı Bilgay Duman şöyle anlatmıştı: ‘Kürt iki grup KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve KDP (Kürdistan Demokratik partisi) arasındaki ayrışma 2013’ten sonra, yani KYB’nin eski lideri Celal Talabani’nin ölümünden sonra başladı ve derinleşti. Talabani’nin ölümünden sonra İran’ın KYB’nin içine elini soktuğunu görüyoruz’. Duman bunun ‘KYB’nin bir diğer Kürt olan KDP’den uzaklaşması ve Bağdat’a yakınlaşması’ sonucunu doğurduğunun altını çiziyor. Tabii Bağdat deyince, İran etkisi altındaki bir hükümetten bahsediyoruz. İran Irak içinde de ABD’nin işgalinden sonra yıl yıl etkisini artırmış bir ülke. Hem siyasetinde hem de Haşdi Şabi gibi milis güçlerin Irak ordusuna entegre edilmesinde etkisinin olduğunu da hatırlatalım.

Özetle Türkiye’nin son dönemdeki operasyonlarının amacını sadece PKK’nın kökünü kurutma amaçlı olmadığını aynı zamanda KYB-Bağdat-İran eksenindeki etkiyi azaltmaya dönük olduğunu söyleyelim.

Dikkatinizi çektiyse Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Cuma günü Haşdi Şabi Komisyonu Başkanı Falih El Feyyad’ı kabul etti. Savunma Bakanı Yaşar Güler, Irak Savunma Bakanı Sabit Abbasi ile sadece terörle mücadele ve PKK mı konuştu, o da merak konusu. Özetle son dönemde İran’ın bölgede ilmek ilmek örerek artırdığı nüfûzu düşünmeye değer.